Ahlaki temeller üzerine inşa edilmeyen bütün ekonomik sistemler, hangi türde olursa olsun insanları yoksulluğa, sefalete ve umutsuzluğa iten iktisadi krizlere gebe olup, toplumsal dirlik ve düzeni yıkmaya mahkumdur.
İKTİSADİ HAYATTA AHLAK, TOPLUMDA DİRLİK VE DÜZEN
Ahlaki temellerden yoksun bir ekonomi yaklaşımının ne kadar sığ olduğu ve bu yaklaşımın işleyişine ilişkin ortaya atılan varsayımların nasıl anlamsızlaştığı, günümüzde çok daha belirgin bir şekilde görülmektedir. İktisadi krizler, her defasında daha derin ekonomik ve sosyal sorunlar yaratmakta, insanları çaresizliğe ve umutsuzluğa yönlendirmekte ve bu yapının sağlıklı bir şekilde açıklanabilmesi ve adil iktisat politikalarının geliştirilebilmesi olanağı ortadan kalkmaktadır. Gerçekte, hem ekonominin hem de ahlak kurallarının insanlar için olduğunu ve içinde insan boyutu olmayan bir sistemin er ya da geç çöküşler yaşayacağı artık göz ardı edilemeyecek bir aşamaya ulaşmıştır. Ekonomi, toplumların ve insanların varlığının bir sebebi değil, ancak ihtiyaçlara binaen gerçekleşen üretim-tüketim ilişkilerinin bir sonucudur. Hem ahlak bilimi için hem de ekonomi bilimi için esas olan faktör insandır.
Ancak, yaklaşık iki yüz yıldan beri ahlak bilimi ile ekonomi bilimi arasında bir ilişki olmadığı, ekonomiyle uğraşan insanların bencil ve duygusuz bir insan tipine dönüştüğü belleklere kazıtılmıştır. Bugün, iktisat dersleri alan öğrenciler dahi çeşitli kavramlar, matematiksel denklemler ve ekonometrik-istatistiksel yöntemlerle düşünemez hale getirilmiş, sayısal teknikler birer araç olmaktan çok birer amaca dönüştürülmüştür. Bu durum, Weisskopf’un “yabancılaşma ve iktisat” tespitine tamamen uyarken, gelişen süreçte toplumlarda insan kişiliğinin önemli boyutlarının bastırılması, yaşam üzerine çöken karamsarlık ve çaresizliğin kaynağı olmuştur. (1)
Günümüzde ekonomi deyince artık kimse Kapitalizm ya da Sosyalizm’den bahsetmezken, bunun yerine devlet, piyasa, piyasa ekonomisi, serbest rekabet, kar ve zarar düzeni kimi kavramlar kullanılmaktadır. Toplumsal bir varlık olan insanların getirildiği nokta finans sektöründe faiz yoluyla nasıl daha çok para kazanılabileceği, rant ekonomisinin nasıl sürdürülebileceğidir. Bankalar, özel finans kuruluşları ve dev bütçeli büyük holdingler, kârlarını nasıl daha da devasa hale getirebilecek ?, sürekli paraya çevrilebilir evraklar üzerinde nasıl alım satım yapılabilecek ? sürekli bu sorulara cevap aranmaktadır. Bütün kavramlar, bütün araçlar sadece bu para-faiz-kur boyutları olan gayri insani amaçlara hizmet etmektedir.
Halbuki, Batı’da sanayileşme devriminden önce ahlakın ekonomiyle ilişkisi önemli görülmekteydi. Adam Smith’in kendisi bir ahlak profesörü olduğu gibi yazdığı ünlü kitabı, Milletlerin Refahı, ahlaki duygulardan hareket edilerek yazılmıştı (2). Max Weber ekonomik gelişmenin dinamiklerini kavrama konusunda Protestan Ahlakı’nın analiz edilmesi gerektiğini ve konunun toplumsal gelişmede ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştı (3). Bundan da öte, Kutsal kitaplar yüzyıllardır, mülkiyet hakkının tanınmadığı bir ekonomik sistemin ayakta kalamayacağını, zira mülkiyet ve rekabetin olmadığı bir sistemde ekonomik, toplumsal veya kültürel alanlarda gelişme olmayacağını; bununla birlikte, başta ekonomik olmak üzere bütün davranışların veya çalışmaların evrensel ahlak ilkelerine göre şekillenmesi gerektiğini, iyilik aranması halinde iyiliklerin çoğalacağını, kötülük aranması halinde ise kötülüklerin çoğalacağını vurgulamışlardı. Aristo (4) başta olmak üzere Yunan dönemi filozofları, sonraki dönem düşünürleri, para ve faizinin bir üretim veya değer ortaya koymaksızın kullanılması halinde ne gibi tehlikeler yaratacağını, toplumsal sistemlerin nasıl yozlaşabileceğini her zaman anlatmışlardı.
Descartes, akıl veya sağduyunun insanları hayvanlardan ayıran bir şey olduğunu, ancak bu özellik herkeste bulunduğu halde bunun herkes tarafından kolaylıkla gerçekleştiremeyeceğini vurgularken şunları salık vermişti (5): Aklını kullanma ve ilimlerde hakikati aramak için kişi önce kendi hayatını düzenleyen bir ahlak edinmelidir. Bu, bütün bilimlerin (tıp ve teknik) tam bilgisini gerektiren ve bilgeliğin son basamağı olan en yüksek ve en tam ahlaka (üstün iyiye) ulaşıncaya kadar geçerli olan geçici bir ahlaktır. Bunun temel ilkeleri özetle şunlardır: birincisi, dine, memleketin kanun ve adetlerine uyulması; ikincisi, işlerinde mümkün olduğunca kararlı ve sebatkâr olunması; üçüncüsü talihten ziyade kişinin kendini yenmesi, yani dünyanın düzeninden çok kendini değiştirmeye çalışması ve dördüncüsü bu dünyada yaptıkları işler için en iyisini seçebilmek için bir gözden geçirmenin yapılması ve kişinin aklını işletmesidir.
Bugün dünyamızda, genel anlamda ekonomik sistemlerin özünde bu ve benzeri hiçbir insani değer dikkate alınmamakta, ciddi bir kanaatsizlik, israf, açgözlülük kol gezmektedir. Halbuki, dünyanın uygar olduğu söylenen bir tarafında insanlar zevk için inanılmaz paralar harcarken, diğer bir tarafında insanlar açlıktan ölüyorsa, bunun nedenlerinin sürekli sorgulanması ve eleştirilmesi gerekmektedir. Adına kapitalizm denen sistem ahlaki temellerden yoksunlaştırılmış ise ve adına Sosyalizm denen, ancak varlığını Kapitalizme borçlu olan ve örneğin çalışma ideolojisini Kapitalizmden ödünç alan sistem de toplumun sosyal ve siyasi yapılanmasını, ahlaki-dini değerleri görmezden gelecek şekilde, sadece üretim ilişkilerine indirgiyorsa, burada her kesimden insanın durup bir an düşünmesi lazımdır. Aynı şekilde, aslında Kur’an’ın insan ve ahlak odaklı temellerini görmezden gelerek sözde şeriat sistemlerinin yaşatıldığı ülkelerde, şeriat kuralları sadece yoksul insanlara uygulanıyor, zenginlik, israf ve şatafatlı bir zevk dünyasında kendilerine ayrıcalıklı yerler ayartan şeyhler veya petrol zenginleri bulunuyorsa burada da insanların ibret alması gerekmektedir.
Üretim, istihdam ve adil paylaşımın olmadığı bu sistemlerin er ya da geç krize sürükleneceği, çünkü para ve faizden başka bir katma değer yaratmayan bu sistemin bir balon ekonomisi gibi büyüyüp sonunda patlayacağı, onlarca tarihsel vakalarla artık âşikar olmuştur. Küreselleşmenin, aslında dünyanın belirli yerlerindeki finans merkezlerinin veya finans oligarşisinin sadece uzantılarını ya da kanatlarını birbirine eklemlediği aslında paraların da bu merkezlerde yoğunlaştırdığı bir sistem olduğu da anlaşılmıştır. Dolayısıyla, böylesi birbirine iplik yumağı gibi bağlanan ülkelerin ve milletlerin ortaya çıkacak krizlerle dalga dalga birbirlerinin üzerinden geçeceği ve topyekün bir çöküşün gerçekleşeceği kaçınılmaz bir son olmaktadır.
Bütün sistemler, eğer ahlaki normlar veya dinin de ortaya koyduğu vicdan, merhamet gibi unsurlar üzerine bina edilmiyorsa, bunların insanlığı getireceği nokta hep hayal kırıklığı, sefalet ve maddi-manevi çöküntü olmaktadır. Daha fazla mal edinilmesi, faiz fitnesiyle parası olanların çalışanların sırtından geçinilmesi, yolsuzluğa, hırsızlığa ve talana bir de İslami-manevi değerleri kullanarak kılıflar bulunması, her şeye seyirci olan gaddar bir insan tipini ortaya çıkarmaktadır.
Sonuç olarak, bütün sistemler insanların köleleştirilmesine ve yabancılaştırılmasına hizmet etmektedir. İletişim araçları ve medya ise daha lüks yaşamanın kapılarını açtıracak rasyonalist ve pozitivist yaklaşımların insanları adeta hipnoz ederek uyutmasına yardımcı olmakta, daha çok para kazanma hırsı esas ülkü haline gelmektedir. Andre Gorz’un (6) belirttiği gibi kriz aklın değil, iktisadi akılcılığın krizidir. Sorun, çok basit insani değerleri esas alan ahlaki normların üzerini örten sanal hayal ürünlerinin sunduğu ütopyadır. Her şeyin sayılabilir ve satılabilir hale getirildiği, çevre ve kaynakların bu uğurda fütursuzca kullanıldığı dünyamız için çözüm yolu ise, ahlaki değerleri yeniden önplana çıkaracak, mülkiyeti sınırlayarak geri kalanların daha adil ve kardeşçe yaşayabileceği bir düzen kurmaktır.
(1) Walter A. Weisskopf, Yabancılaşma ve İktisat, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1995.
(2) Adam Smith, The Wealth of Nations, Books I-III, Penguin Classics, 1986.
(3) Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev. Z. Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1997.
(4) Aristo, Politika, Remzi Kitabevi, Ankara, 1990.
(5) Descartes, Metod Üzerine Konuşma, Sosyal Yayınlar, 1993
(6) Andre Gorz, İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995.