Allah, Peygamber ve O’nun Ehlibeytini zikrederken kullanılan kısaltmalar ve anlamları şunlardır:
c.c : celle-celêlehu : Allah ismi anıldığı zaman hürmet ve teslim için söylenir ve "O'nun şanı ne yüce" anlamına gelir.
s.a.a.v. : salla-llahu âleyhi ve âle êlihi vesellem : Allah’ın salatı-selamı O’na ve O’nun ehline (Ehlibeytine) olsun demektir.
k.a.v : kerremellahu vechehu : Hz. Ali hiçbir zaman puta tapmadığı için, Hz. Peygamber bu ifadeyi O’na özel olarak kullanmıştır. Allah vechini (yüz, yön, taraf) mükerrem kılsın (şereflendirsin, onurlandırsın) anlamına gelir.
r.a. : radiyallahu âleyhi : Allah O’ndan razı olsun demektir.
s.a.: salavatu-llahi aleyhi : Allah'ın salatı üzerine olsun demektir.
İSLAM NEDİR ?
Yüce Allah’ın Cebrail (s.a.) aracılığıyla peygamberimiz Hz.Muhammed’e (s.a.a.v) tebliğ ettiği kurallar bütününe İslam denir. İslam dini şehadet kelimesi ile vücut bulur ve şu şekilde ifade edilir: Eşhedu en lê ilêhe illellâh ve eşhedu enne Muhammeden resulüllâh (Türkçesi: Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın resulüdür, elçisidir).
Şehâdet kelimesi İslam dinine girişin temel bir sembolüdür ancak bu ikrar yalnızca Müslüman olmanın bir garantisidir. Kur’an-ı Kerim Müslüman kavramının yanında Mu’min kavramını kullanarak, İslam dinini sadece söz ve uygulamalarla belirli bir şeklin içine hapsolmaktan alıkoyarken, İslamın özünü, felsefesini tertemiz bir kalple anlama ve onu layıkıyla hak etme derinliğini de ortaya koymuştur. Bu nedenle Kur’an’da İslam ve din kelimeleri kullanılırken Hak dini (Tevbe suresi, 29.ayet; Saf suresi, 9.ayet); Kayyim din (Tevbe suresi, 36.ayet; Beyyine suresi, 5.ayet); Hanif din (Yunus suresi, 105. ayet) gibi kavramlar vurgulanmakta ve dini yalnız Allah’a halis kılanlardan söz etmektedir.
Bu durumda temel konu insanların, tek başına söz ve uygulamalardan ibaret olmayan ve her bir emrin arkasında bir düşünce tarzı barındıran bu anlayışı gerçek anlamda nasıl kavrayabileceğinin ve şüphesiz İslam dininin şekillerden ibaret olmadığının farkına nasıl varabileceğinin ortaya konulması olmaktadır. Bu kadar derinlikli ve içerikli bir konunun çözümlenebilmesi için söylenebilecek tek şey, sağlam bir kılavuz ya da rehbere olan ihtiyaçtır. Sağlam bir kılavuz için Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlerden ve onların seçilmiş yakınları ve vâsilerinden başka bir başvuru kaynağı olmaması, aklın ve mantığın bir gereğidir. Aksi, tarihte ve halen günümüzde şahit olduğumuz üzere, her insanın kendi aklına ve hevasına dayanarak ortaya koyduğu fikirler kargaşasına ve bunların neden oldukları felaketlere, düşmanlıklara davetiye çıkarmaktır. Öyleyse, Hak din, Halis din, Kayyim din ve Hanif din olan İslam’a sarılan her bir insan için gerçek kılavuz yalnızca Hz. Muhammed (s.a.a.v) ve O’nun Ehlibeytidir. Hz. Muhammed (s.a.a.v), bu amaçla insanlığa kendisinden sonra Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyti birlikte tavsiye etmiş, illa ki bunların sevilmesini şart koşmuştur.
Hz.Muhammed (s.a.a.v) şöyle buyurmaktadır: Cennete sadece Müslüman olanlar girecektir. Ebu-Zzer (r.a.) ise şöyle dedi: Ya Resul-ü-llah İSLAM NEDİR. Peygamber dedi ki: İslam çıplaktır ve onun giysisi takva’dır; şiarı (alameti) Huda’dır; örtüsü hayadır; esası, temeli Allah’tan korkmaktır (ve helale harama dikkat etmektir); kemali dindir; semeresi sâlih ameldir; ve her şeyin bir esası vardır ve İslam’ın esası biz Ehlibeyti sevmektir.
Hz. Ali ise (k.a.v.) şöyle buyurmaktadır: İslam teslimiyettir; teslim yakiyndir (kesin bilgi, hakikat); yakiyn tasdiktir; tasdik ikrardır; ikrar edâdır (davranıştır); eda ise ameldir.
İSLAM DİNİNİN USULLERİ
Alevilikte İslamiyetin şer'i usullerini, Hz.Muhammed'in (s.a.a.v.) söz ve davranışlarını ve Kur'an'ın ilmini en iyi bilenlerden birisi olan Altıncı İmam Hz. Ca'ferü's-Sadık (r.a.) formüle etmiştir. Gerçekte, Hz. Peygamber kendisinden sonra bir mezhep ismi belirtmemiş, sadece Ehlibeyt ve Kur'an-ı Kerim istikametinde yürüyenlerin hak yolunda olduğunu belirtmiş, Hz. Ali (k.a.v.) sevgisi ile özdeş olan Aleviliği İslamiyetin merkezine yerleştirmiştir. Ancak, Altıncı İmamın yaşadığı dönemde hak yolu üzerinde olmayan bir çok mezhep ve tarikat türediği için Hz. Ca'ferü's-Sadık (r.a.) İslam dininin usullerini, diğer mezheplerin şahsi, keyfi ve hastalıklı görüşlerinden ayırt etmek-koparmak adına, yeniden sistemleştirme zorunluluğunu hissetmiştir.
İslam dininin temeli olan şahadet kelimesinden sonra, imanın tam olması için gereken usuller ve şartlar şunlardır:
1) TEVHİD: Allah’ın (c.c.) var ve tek olduğunu, O’nun ortağı olmadığını bilmek ve O’na inanmaktır. Allah'ın (c.c.) varlığını ve tekliğini beyan eden âfaki deliller (ay, güneş ve gökyüzü gibi), sufli deliller (yeryüzü gibi), enfûsi deliller (insanın kendi bedeni gibi) ve tenzili delliler (kutsal kitaplar ve peygamberler gibi) mevcuttur. Kur'andaki delili ise El-Bakara suresinin 163. ayettir:
“Sizin ilahınız yalnız bir Allah’tır. O’ndan başka bir ilah yoktur, esirgeyici ve bağışlayıcıdır”.
2) ADALET: Allah’ın her işinde ve her hükmünde adil olduğuna inanmak ve iman etmektir. Kur’an-ı Kerim Ali İmran suresi 182. ayet şöyle buyurmaktadır:
“Bu azap elleriniz sayesinde kazandığınız şeylerdendir (günahlardandır). Şüphesiz ki, Allah kullarına zulmedici değildir”.
Yüce Allah, insanlara peygamberler, kitaplar ve vasiler göndermiş, onlara iyiyi (hayrı) ve kötüyü (şerri) göstermiş, seçimi ise onlara bırakmıştır. Allah insanlar üzerinde zulmedici değildir. Ancak onları daima hayra davet etmiş, şerden sakındırmıştır.
Kader ve kada ise, başlangıcı olmayan, ilmi ile sonsuza kadar olmuş ve olacak olan bütün olayları bilmesidir, olayların meydana gelmesi de kada’dır. Allah insanların başına gelecek olaylardan haberdardır, O’nun bilgisi dışında bir şey olmaz. Ancak, ayette belirtildiği üzere insanların başına gelen azap, kendi elinden ve nefsinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Reenkarnasyon (ruhun yeniden bedenlenmesi) haktır ve Kur’an-ı Kerim ayetleri ile tasdik edilmiştir. Reenkarnasyon, Yüce Allah’ın adil olmasının bir sonucudur.
3) NÜBUVVET: Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlere, kitaplara ve meleklere inanmaktır. Nisa suresi 164. ayet:
“Ey Muhammed, Sana bazı peygamberlerin kıssalarından (yaşamlarından) haber verdik. Bazılarının da kıssalarını (yaşamlarını) sana bildirmedik. Allah, Musa’ya aracısız hitap etti”.
Allah yeryüzünde hakikati, adaleti ve doğru yola insanlara göstermeleri için peygamberler göndermiştir. Peygamberler özü itibariyle masum, günahtan uzak kamil insanlardır. Yaşamları insanlar için bir öğüt ve bir örnektir. Kur’an-ı Kerim büyük bilinen peygamberlerin ibretli yaşamlarından kesitler içermektedir. Kur’an-ı Kerim 28 peygamberin adını vermektedir.
4) İMAMET: İmam, kelime olarak cemaatin önünde bulunan, cemaate namaz kıldıran kişidir. Şura suresi 23. ayet şöyle demektedir:
“Ey Muhammed, sizden akrabalarıma (Hz.Ali, Hz.Fatima, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin) muhabbet’den (sevgiden) başka bir mükafat istemiyorum. Bu ayete göre Ehlibeyt’e sevgi ve onları baş tacı etme insanlardan istenilen esas şeydir. Peygamberimiz bir hadisi şerifte; “ümmetimin benden sonraki imamları onikidir” diye buyurmaktadır. İmam-ı Ali Rıza ise şöyle buyurmaktadır: İmamet makamı peygamberlerin makamı ve vasilerin mirasıdır; imamet Allah'ın ve resulu'nün hilafetidir. Mü'minlerin emiri Ali'nin makamı ve Hasan ile Hüseyin'in hilafetidir.
Günahtan masum olan imamlar peygamberler gibi keramet ve mucize gösterebilirler. İmamlar, İslam fıkhını en iyi bilen, iman ve takva yönünden eşsiz insanlardır. Dolayısıyla peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi ve en üstünüdürler. On iki imamın adları şunlardır:
1-Hz.İmam-ı Aliyyü’l-mürteda (k.a.v.)
2-Hz.İmam-ı Hasanü’l-mücteba (r.a.)
3-Hz.İmam-ı Hüseynü’ş-şehhid (r.a.)
4-Hz.İmam-ı Ali Zeyne’l-abidin (r.a)
5-Hz.İmam-ı Muhammedü’l-bakır (r.a.)
6-Hz.İmam-ı Ca’ferü’s-sadık (r.a.)
7-Hz.İmam-ı Muse’l-kazım (r.a.)
8-Hz.İmam-ı Aliyyü’r-rida (r.a)
9-Hz.İmam-ı Muhammedü’l-cevved (r.a.)
10-Hz.İmam-ı Aliyyü’l-hedi (r.a.)
11-Hz.İmam-ı Hasanü’l-askeri (r.a.)
12-Hz.İmam-ı Muhammedü’l hucceh (r.a.)
5) MEAD: Mead, (vadedilen güne dönüş) kıyamet günü, din günü ve âhiret günü olarak da bilinen gündür. Bütün insanların dirileceği ve hesaba çekileceği güne inanmaktır. O günde, Onikinci İmam Hz.Muhammed El-Hucceh El-Mehdi (r.a.) dünyaya inecek küfür, zulum ve her türlü kötülükle dolmuş olan dünyayı bu pisliklerden temizleyecek, o gün, mü’minlerin cennete kafirlerin de cehenneme gidecekleri gün olacaktır.
Ali imran suresi 25. ayet şöyle buyurmaktadır: “Öyle ki, geleceğinden hiç şüphe olmayan günde, onları topladığımızda, her nefsin kazandığının kendisine ödenmesinde haksızlık edilmez”.
Sebe suresi 30.ayet ise şöyledir: “Ey Muhammed de ki, size bir gün vardır. (Kıyamet günü) Ne bir saat geri ne de bir saat ileri gidemezsiniz”.
İSLAM DİNİNİN ŞARTLARI
1) NAMAZ: Allah’a olan kulluk vazifelerimizin başında gelmektedir. Namaz, Allah’ı anmanın, ibadet etmenin ve de ona şükretmenin en kutsal şeklidir. Namaz, günahlarımızın bağışlanmasına, rahmetine sığınmamıza ve her türlü kötülükten korunmamıza en büyük vesiledir.
Nisa suresi 103. ayetin sonu: Muhakkak ki namaz, mü’minler üzerinde belirli vakitlerde farz yazılmıştır.
2) ZEKAT: Allah’ın rızasını kazanmamız maksadı ile, malımızın ve yıllık gelirin belirli bir bölümünü, hak eden alimlere, fakirlere, miskinlere ve yetimlere vermektir. Gücü yeten her müslümanın zekat vermesi dinimizde farzdır.
Bakara 43.ayet: Namazınızı kılınız, zekatınızı da veriniz, ve rüku’a eğilenlerle beraber eğiliniz.
3) ORUÇ: Oruç, sağlığından şikayetçi olmayan Müslüman bir kimsenin, yılda bir ay (Ramazan ayı) olmak üzere Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla otuz gün süreyle sabahın erken saatlerinden güneş batımına kadar yemekten, içmekten ve çeşitli zevkleri tatmaktan kendini alıkoymasıdır. Oruç süresinde kişinin ağzından kötü söz çıkarmaması, Allah’ın yasakladığı diğer eylemlerden uzak kalması da esastır.
Bakara suresi 183. ayet: Ey iman edenler, sizden evvelkilere yazıldığı gibi oruç, size de farz kılınmıştır ki kötülüklerden sakınasınız.
4) HAC: Hac maddi durumu iyi olanların ömründe bir defa olmak üzere Kabe’yi tavaf ve peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a.v.) mübarek türbesini ziyaret etmesidir. Kabe’den başka, peygamberlerin, imamların ve evliyaların makam ve türbelerini ziyaret etmek de bir nevi, hac yerine geçmektedir. Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
Al-i İmran suresi 97. ayet: "O'nda apaçık delliler, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse, şüphesiz Allah alemlerden müstağnidir (kimseye muhtaç değil, herkes O'na muhtaç).
5) CİHAD: Cihad kelime olarak mücadele etme, çaba gösterme ve savaşma anlamındadır. İslam’ın emirlerini tanıtmak ve yaymak amacı ile kişinin veya toplumun Allah (c.c.) uğruna verdiği mücadeledir. Cihad, söz ile yapılan cihad ve savaşarak yapılan cihad olmak üzere ikiye ayrılır. Söz ile yapılan cihad nefsi cihad (kişinin ömrü boyunca kendi nefsini ıslah etmesi) ve çevredekileri dine davet için yapılan cihad (kişinin çevresindekileri dinin emirlerine uymaları için yapılan davet) şeklinde kendi içinde ikiye ayrılmaktadır.
Hac suresi 78.ayet: “Allah yolunda gerektiği gibi, tam anlamı ile cihad ediniz”.
Ankebût suresi 69. ayet: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, mutlaka yollarımızı (rızamızı) hediye ederiz. Şüphesiz ki, Allah iyilik yapanlar ile beraberdir”.
EHLİBEYT SEVGİSİ
Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) insanlığa kendisinden sonra bıraktığı iki büyük değer vardır: Ehlibeyt ve Kur’an-ı Kerim. Ehlibeyt’in Kur’an-ı Kerim’le birlikte anılmasının temel nedeni Kur’an için rehberlik görevi taşımasıdır. Kur’an-ı Kerim ile birlikte İslam dininin temel kurallarını ve felsefesini en doğru bir şekilde anlamanın tek yolu Ehlibeyt’i rehber-kılavuz edinmektir. Bunun açık kanıtı Peygamberimizin şu sözleridir:
“Allah’a yemin ederim ki, bana ve Ehlibeytime buğz (düşmanlık) eden ve bizi kızdıran kimse, muhakkak cehenneme girer” (Hakim, Müstedrek III, 150; İbnu Hibbah, El-İhsan. XV, 435, no: 6978)
“Cennet, Ehlibeytime zulmeden ve itretim hakkında beni incitene haram kılınmıştır” (Tefsir-i Kurtubi, c.16, s.22).
Açık bir şekilde görülmektedir ki cennete gitmenin yolu Ehlibeyt sevgisinden geçmektedir. Ehlibeyt sevgisi olmadan namaz kılmanın, oruç tutmanın, zekat vermenin, hacca gitmenin ve cihad etmenin bir anlamı yoktur. İslam dininin şartları ve usulleri sadece Ehlibeyt ile anlam kazanmaktadır. Kaldı ki Yüce Allah Kur’an-ı Kerim ile bu gerçeği tasdik ettirmektedir:
“O söylenenler, Allah’ın iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimettir. De ki: Ben buna karşılık sizden sadece akrabalarıma (Ehlibeytime) meveddet etmenizden (akrabalık sevgisini) başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını arttırırız. Şüphesiz Allah bağışlayan, (iyiliğe) karşılık verendir”. (Şura, 23)
Ehlibeyt sevgisinin Peygamberin kendisinden gelmediğini, bunu Yüce Allah’ın insanlara tebliğ ettirdiğinin onayı ise şu ayette geçmektedir:
“Ey Ehlibeyt, Allah ancak sizden her türlü pisliği gidermek ve sizler tertemiz bir şekilde kılmak ister”. (Ahzab, 33)
TEVELLA VE TEBERRA (EL-HUBB-İ FİLLÂH VE BUĞD-İ FİLLÂH)
İslamiyette “mu’min” olmakla “Müslüman” olmak arasındaki en önemli fark, Ehlibeyte olan sevgi ve bağlılıkta kendini gösterir. Hz. Ali başta olmak üzere Ehlibeyti sevmeden ve yüceltmeden mu’min olma olanağı bulunmamaktadır. Bununla birlikte Allah’ın ve peygamberi Hz.Muhammedin (s.a.a.v) bizden istediği doğrultuda mu’min olabilmenin iki temel koşulu vardır. Bunlar “tevella” ve “teberra” olarak karşımıza çıkan ve temelde birbirine bağlı olan iki kavramdır. Tevella, Hz. Ali’ yi ve Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de tertemiz olarak nitelediği Ehlibeyti, Oniki İmam’ı sevmek, yüceltmek ve tenzih etmektir. Teberra, ise Hz.Ali ve Ehlibeytin masum imamlarına kin besleyerek onlara zulüm edenlerden, Hz.Muhammed’in sünnetini ve Kur’an-ın emirlerini değiştirenlerden uzaklaşmak, onların bıraktığı kötülük ve kirden arınmak-temizlenmektir.
Sevmek ve buğz etmek bir kişinin herhangi bir kimseyi beğenmediği için, yanlış yaptığı için kafasına göre lanetlemek değildir. Sevmek de buğz etmek de Allah içindir. Bu nedenle, el-hubb-i fillâh ve buğd-i fillâh yani Allah için sevmek ve Allah için lanetlemek Kur’an’ın bir emridir. Çünkü doğru yol ile küfrün yolu arasında seçim yaparken bu esası göz önünde bulundurmak gerekir. Kur’an-ı Kerim “tağut’u tanımayıp, Allah’a iman etmek”ten bahsederken (Bakara suresi, 256.ayet) tağut’a yani kafirlere sırtını dönmeyi şart koşmuştur. Eğer bir insan tağut’a uyarsa muhakkak ki onun heva ve heveslerine de uyacaktır. Dolayısıyla, mü’min tercih yapmak zorundadır ve bunu yaparken de kafirleri kendisinden uzaklaştırmak zorundadır.
Hz.Muhammed (s.a.a.v), risaletiyle ilgili tebliğini tamamlayacağı ve dinle ilgili bütün konuların odak noktasını belirleyeceği zaman, Gadir-i Hum olayında, tevella gerçeğini açıkça ifade etmiş, Hz.Ali’nin elini yukarı kaldırarak "Ey insanlar! Allah benim mevlamdır, ben de sizin mevlanız-efendinizim. O halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." diyerek şu şekilde devam etmiştir:
“Allahumma vēliy men vēlēhu, veadiy men adehu...”
Yani, Allahım O’nu seveni sev, O’na düşman olana düşman ol. Ve devamında şunları eklemiştir: Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak. Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz edene buğz et." Sonra şöyle buyurmuştur: "Allah'ım sen de şahid ol". Aynı şekilde bir hadisinde de şunları buyurmuştur:
“Ye Aliy le yehibbuke ille mu’min, vele yebgudeke ille münafik...”
Yani, ey Ali seni sadece mu’min sever, sana sadece münafık düşmanlık besler. Diğer bir hadisinde açık bir şekilde şunları söylemiştir: Ali’yi seven, beni sevmiş olur. Ali’ye buğz eden, bana buğz etmiş olur. Ali’ye eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de, Allah’a eziyet etmiş olur. Buna göre Hz. Muhammed (s.a.a.v) hayatı boyunca yapmış olduğu risaletini, Ali’yi sevmek ve yüceltmek ve Ali’yi sevmeyenleri sevmemek noktasında özetlemektedir. Diğer bir ifadeyle Ali’yi sevmeyi cennetle, Ali’ye kin beslemeyi cehennemle bağdaştırmaktadır. Çünkü
“Hubbi Aliyyin cenneh...” buyurmaktadır.
Yani Ali’yi sevmek cennettir. Öyleyse, cennete gitmek için önce cennetin anahtarını bulmak yani tevella fiilini uygulamak gerekir. Teberra ise kirden, kötülükten uzaklaşmak için gereklidir, yoksa Ehlibeyti sevmeyenlere zulüm etmek, kan dökmek, keyfi olarak lanetlemek değildir. Hz. Ali (k.a.v) dâhi, “İman, sevmek ve buğz etmektir” sözünü buyururken, sevginin nefrete karşı üstünlüğünü vurgulamaktadır. Arap Alevilerinin öğretisinin temelinde de bu sevgi ve kardeşlik olayı vardır.
Bu aşamada dikkati çekmesi gereken nokta, Allah’a iman ederek Onu sevme konusunun bir şekilde Ehlibeyt ile ilişkilendirilmesidir. Hz. Muhammed (s.a.a.v) yukarıdaki hadislerde Allah’ı sevmenin yolunun Ehlibeyti sevmekten, tağut’a sırtını dönmenin yolunun da Ehlibeyt’e kötülük yapanları sevmemekten geçtiğini ima etmektedir. Bu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde teyit edilmektedir:
“Allah ve Resûlüne eziyet edenleri (incitenleri), Allah dünyada da âhirette de lanetlemiştir. Onlar için alçaltıcı bir azap da hazırlanmıştır” (Ahzab suresi, 57.ayet)
Son olarak; Hz. Ali (k.a.v), bir kişinin kendilerini yani Ehlibeyti severek kurtuluşa eremeyeceğini, gerçek kurtuluşun;
1) Ehlibeyt sevgisiyle birlikte mu’min kardeşlerin birbirlerini sevmeleri ve yüceltmeleriyle,
2) Evliyaların ve din büyüklerinin sevilmesiyle,
3) Ehlibeyt düşmanlarıyla ilişiğin kesilmesiyle (onlardan uzaklaşılmasıyla) mümkün olacağını ifade etmiştir.
KUR’AN-I KERİM’İN BÖLÜMLERİ
Hz.Ali (k.a.v.), Ebe Hazim Mudri’ye dedi ki; Kur’an 114 suredir. Bunun 84’i Mekki, 30’u Medeni’dir. Kur’an 30 cüz 60 Hizibdir. Kur’an 6666 ayettir: bunun 1000 ayeti Emir, 1000 ayeti Va’d, 1000 ayeti Nehiy, 1000 ayeti Va’iyd, 1000 ayeti Haber ve Emsal'dir, 1000 ayet Kasas'tır, 500 ayeti Helal-Haram, 106 ayeti Tesbih, 60 ayeti Nasih ve Mensuh'tur.
DÜNYANIN VE RUHLARIN YARATILMASI KONUSUNDA
Elestu birabbikum (ben sizin Rabbiniz değil miyim ?) lafzı söz konusu olduğunda, Ruhlardan bir kısmı dediler ki bele (yani evet); ruhlardan bir kısmı dediler ki bele (yani hayır, sen hangi rabbimizsin); ruhlardan bir kısmı ise şaşkınlık içerisinde kala kaldılar ve yakiyn ile şek arasında durdular. Evet diyen ruhlar mu’minleri (kalben inananları), hayır diyen ruhlar kafirleri (inanmayan, inkar edenleri), şaşkınlık içinde cevap veremeyenler ise mu’minlerle kafirler arasında kalanları oluşturdular.
Allah (c.c.), dünyada ve kainattaki her şeyi belirli bir sebep üzerinden yaratmış, fiziki, kimyasal, biyolojik, matematiksel bütün kuralları mükemmel bir düzen yaratmak amacıyla tasarlamıştır. Allah yaratıcıların en güzeli ve en iyisidir. Bu anlamda, göğün ve yerin yaratılmasındaki mantık zinciri şu şekilde olmuştur:
Göğü katra (damla, yağmur) ile yeri nebat (bitki) ile yarattı ve yaşamı dört tabiat üzerinde yarattı ki bunlara dört felek de denmektedir. Bunlar toprak, ateş, hava ve su kevn’leridir. Su kevni, soğuk ve rutubetlidir; Ateş kevni, sıcak ve kurudur; Toprak kevni, soğuk ve kurudur; Hava kevni, soğuk ve rutubetlidir. Seneyi de dört tabiat’a göre yaratmıştır. Kış soğuk ve rutubetlidir, ilkbahar sıcak ve rutubetlidir, yaz sıcak ve kurudur, sonbahar soğuk ve kurudur.
İnsanın ve dünya hayatının yaratılışı bu esaslar üzerinde gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, dünyamızda her seferinde Adem'le başlayan birden çok insanlık kuşakları var olmuştur. İnsanın var oluşuyla ilişkili antropolojik ve arkeolojik bulguların yaklaşık iki milyon yıla kadar gitmesi bunun en önemli kanıtlarından birisidir. İnsanın ve dünyanın yaratılmasında Yüce Allah'ın (c.c.) takdir ettiği bilimsel gerçeklerden birisi de madde ile zaman arasındaki ilişki ve özellikle zamanın göreceliliği (rölativite) konusudur. Kur'an-ı Kerim'de "sizin elli bin yılınız, göklerin bir günüdür" demekte ve zaman akışının farklılıklarına gönderme yapılmaktadır.
BÜYÜK BAYRAMLAR, MÜBAREK GÜN VE GECELER
İslam dininin özünde, dolayısıyla Alevilikte yer alan önemli mübarek gün ve geceler aşağıda belirtilmektedir.
1) RAMAZAN BAYRAMI (İydü’l-Fatır)
Ramazan ayının (oruç ayının) bitiminde, Şevval ayının birinci gününde kutlanan ilk bayramdır. Bu günde oruç tutanlar iftar edip yemek yerler ve Peygamberimizi, Ehlibeyt İmamlarını ta’zim ve takdis ederler.
2) KURBAN BAYRAMI (İydü’l-Adhâ)
Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayının onunda bayram olarak ilan edilmiştir. Maddi gücü yeten Müslüman kişinin bu bayramda kurban kesmesi ve kestiği kurbanı fakirlere, yetimlere, akraba ve komşulara yedirmesi gerekmektedir. Adak kesmek tabii ki sadece Kurban Bayramı’na mahsus değildir. Diğer önemli gün ve gecelerde, Peygamberimizi ve Oniki İmam’ı ta’zim etmek için de kurban kesilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Kevser suresi 3. ayette şöyle ifade edilmektedir:
“Ey Muhammed, Rabbin için namaz kıl ve kurbanını kes”.
3) TÊSİ GÜNÜ (İydu’t-Têsi)
Rebiülevvel ayının dokuzuncu günü olup, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) dünyayı şereflendirdiği ve teşrif ettiği, yani doğduğu gündür. Bununla birlikte, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) efendimiz bu günde Allah’ın (c.c.) peygamberlerinin kurtuluşa erdiğini, kâfirlerin ise helak olduğunu bildirmiştir. Hz. Yunus’un (s.a.) hut (yunus) balığının karnından çıktığı, Firavun’un askerleriyle denize gömüldüğü, Hz. Süleyman’ın (s.a.) vasisi Asaf bin Berhiyye’nin (r.a.) Belkıs’ın tahtını Süleyman’a getirdiği gün bu günlere örnektir.
4) GADİYR GÜNÜ (İydu’l-Gadiyr)
Zilhicce ayının onsekizinci gününde “Gadir-i Hum” denilen bir yerde peygamberimiz Veda Haccı dönüşünde kendisinden sonra vasi ve imam olarak Hz. Ali’yi (k.a.v.) insanlara tebliğ etmiştir. Gadiyr günü bu günün anlam ve önemini idrak etmek için kutlanmaktadır.
5) AŞURA GÜNÜ (İydu’l-Aşura)
Muharrem ayının onuncu günü kutlanır. Bu gün peygamber efendimizin biricik torunu olan Hz. Hüseyin’in Kerbela’da Muaviye’nin oğlu Yezid ve adamları tarafından şehid edildiği gündür. Bu gün özü itibariyle bir matem günüdür, dolayısıyla bu günde kendine acı çektirmeden, kendini zincirlere vurarak dövmeden tefekkür etmek, hayırlar yapmak ve ibadet etmek her Alevi Müslüman’ın temel görevidir.
6) NEVRUZ GÜNLERİ
Nev-ruz, Farsça iki kelimenin bir araya gelmesinden oluşan ve Yeni Gün anlamına bir sözcüktür. Alevilikte bu gün, doğada yaşanan dönüşüm ve güzelliklerin Sultan-ı Nevruz’un yani Hz. Ali’nin (k.a.v.) muhabbetiyle simgelenmesini, insanların en güzel ve en temiz kıyafetleriyle bir arada toplanarak zikir ve dua etmesini anlatmaktadır. Bu anlamda doğada iki önemli dönemde dönüşüm olmaktadır. Birincisi, Tişrin Evvel ayının onaltısında gerçekleşen (Miladi takvimde 29 Ekim Cumhuriyet’in ilan edildiği güne denk gelmektedir) “Mihrican Günü” dür ki bu, yaz mevsiminin sona erip kış mevsiminin başladığını müjdelemektedir; ikincisi ise Ader ayının onyedisinde gerçekleşen (Miladi takvimde 30 Mart’a denk gelmektedir) “Seb’ate Aşara Fi Ader Günü” dür ki bu da kış mevsiminin sona erip baharın başladığını müjdelemektedir.
7) BERAT GECESİ (Leyletü’n-Nısıf min Şa’ben)
Şa’ban ayının ondördünü onbeşine bağlayan mübarek gecedir. Rızıkların dağıtıldığı, dertlilerin dertlerine deva edildiği ve af dileyenlerin günahlarının af edildiği kutsal bir gecedir.
8) MİRAC GECESİ (Leyletü’l-Mi’rac)
Bu gece Recep ayının yirmiyedinci gecesidir. Bu gece Peygamberimiz Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürüyerek gitmiş ve bir mucize gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) Allah’ın (c.c.) katına yükselmesi ve başta namaz olmak üzere İslam’ın birçok dini emrin kendisine tebliği edilmesi bu gece olmuştur.
9) KADİR GECESİ (Leyletu’l-Kadir)
Kadir gecesi, Allahu Teala’nın Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.a.v.) gönderdiği son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’in ayet ayet sure sure inmeye başladığı gecedir. Kadir gecesi ramazan ayının yirmiüçüncü günü olarak kabul edilmekte, bununla birlikte yirmibir ve yirmiyedinci günler de birer kadir gecesi olarak görülmektedir. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de Kadr suresinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki, biz O’nu (Kur’an-ı) kadir gecesinde indirdirk. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misiniz ? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gecede melekler ile Ruh (Cebrail aleyhi’s-selam) Rablerinin izniyle her çeşit iş için nuzul eder (iner). O gece fecre ((tanyeri ağarıncaya) kadar selamettir”.
|