Hayatından Kesitler

HAYATINDAN KESİTLER

 

1-

Rivayet edilir ki eş-şeyh Hüseyin Muâlla doğmadan önce babası şeyh Muâlla kendisine Hasan ismini koymayı düşünmüştü. Ancak bir gece rüyasında bir sesin kendisine seslendiğini işitti. Sesin sahibi çocuğun isminin Hüseyin olmasını salık veriyordu. Uyandı ve Allah Allah dedi: Hasan ile Hüseyin kardeştir, iki isim arasında ne fark olabilir ki. Tekrar uyudu ve aynı rüyayı tekrar gördü. Ertesi gün zamanın hocalarına danışmaya karar verdi ve yanlarına gitti. Hocalar, rüyasında o hocalara bu konuyu sorabilme gücünü bulması niyetiyle bir fatiha okudular. Akşam yattıktan sonra beklendiği gibi oldu ve yeniden rüya gördü. Bu kez sesin sahibine sordu:

-         Hasan ve Hüseyin kardeştir, neden Hasan yerine Hüseyin ismini koymam gerekiyor ?

 

Ses sahibi şöyle dedi: Bu doğacak çocuk eş-şeyh Hüseyin Ahmed’in ruhunu taşımaktadır. Bu yüzden adını Hüseyin koyman daha hayırlıdır.

(Anlatan torunu eş-şeyh Adil)

 

2-

Eş-şeyh Hüseyin Muâlla öldüğünde 90 yaşında idi ve Hatay’ın Selce (Yaylıca) köyünde bulunmaktaydı. Kendisini bu köyde defnettiler. Ancak daha sonra onun adına küçük bir tepede bir ziyaret yeri yapıldı ve 2 yıl sonra mezarını açmak istediler. Uzun süren tartışmalardan sonra zamanın büyük hocaları ve köy halkının huzurunda mezarı açtılar. Büyük bir mucize eseri cesed 2 yıl önceki gibiydi ve hiçbir bozulma olmamıştı. Aksine  mezardan çok güzel bir koku yayılmış, cesedin sakalı bir karış uzamıştı.

(Anlatanlar; olaya şahit olan eş-şeyh Halil Hışşe, eş-şeyh Süleyman Selce, eş-şeyh Kamil Selce, Yahya Rruci)

 

3-

Adana’ya geldiği bir gün Yahya Rruci ve ailesine uğramıştı. Bir süre oturduktan sonra eş-şşeyh Hüseyin Muâlla canının domates istediğini söyledi. Yahya Rruci;

- Amca, bu mevsimde domates olgunlaşmaz ! henüz çok erken üzgünüm dedi.

Eş-şeyh Hü seyin Muâlla;

- Siz yine de gidin bakın, belki Allah’tan birkaç tane domates bulabilirsiniz dedi.

 

            Yahya Rruci itiraz edemedi ve Allah Allah diye söylenerek bahçeye indi. Gördüklerine inanmakta zorlandı, çünkü birkaç dalda kızarmış domates olduğunu görüyordu. Bu Allah’tan bir mucize olmalı dedi.

            (Anlatan Yahya Rruci)

 

            4-

            Adana’da bulunduğu sırada Küçük Oba mahallesinde Körahmed ailesini ziyaret etmişti. Evin hanımı hemen koşarak geldi ve ne ikram edelim, aç mısın ? diye sordu. Üstad, bir tabak bulgur getirin, yeterli dedi.

 

            Aradan biraz zaman geçtikten sonra, kadın yemekleri getirdi ve masaya birkaç tabak yemek koydu. Fakat ellerini bastona koyarak başını yaslayan üstad, başını yerinden kaldırmadan gözünü tabaklardan birine dikti.

- Bu yemekleri sen mi yaptın ? diye sordu.

Kadın, ne oldu dedem dedi, bir şey mi var ? Üstad;

-Bu yemeklerden bir miktarını temiz olmayan bir kadın yapmış, bunları yiyemem dedi.

Kadın utanarak beni affet dedi. Sadece kendi yaptığı bir yemeği koydu.

 

            (Analatan; İsa Körahmed ve karısı Naime teyze)

 

            5-

            1940-1950 arasında, yani tek parti hükümetinin mevcut olduğu bir dönemde Arapça konuşulması yasaklanmıştı. Arapça konuşulan veya öğretilen yerlere baskınlar yapılıyordu. Bu kovuşturmalardan bir tanesinde, üstat da bulunuyordu. O akşam Şakir ailesinin yanında toplanılmıştı. Jandarmanın geldiğini duyan herkes bir tarafa yönelerek dağıldı. Üstad da o kargaşa içerisinde yaşlı bir kadının evine sığındı. Jandarmalar kapıya dayanınca ey Hocam ne yapmalıyım dedi. Üstad sakin bir şekilde;

- Allah büyüktür, kadın ! dedi, bırak içeri girsinler.

 

            Jandarma içeri daldığında üstat bir perdenin arkasında bulunuyordu. Jandarma her yeri aradı taradı ama nafile. Bir ara askerlerden birisi o perdeyi çekti, fakat perde adeta gözlerine inmişti. Hiçbir şey göremedi. Üstat oracıkta ayakta bekliyordu.

            (Anlatan; üstadın oğlu eş-şeyh Abdullah’tan dinleyen torun eş-şeyh Adil)

 

            6-

            Suriye sınırından Hatay’a seyahat eden, ancak daha kısa olur düşüncesi ile ellerindeki eşyalarla sınır kapısı yerine dağların arasından geçen bir grubun izini Jandarma bulmuş, takip ediyordu. Grup ellerindeki eşyalarla birlikte Selce köyünün içerine kadar vardı. Jandarmanın onları yakalaması bir an meselesi idi. Bir süre sonra eş-şeyh Hüseyin Muâlla’nın türbesine yaklaştılar ve dua ettiler:

- Allahım sen bizi zor durumda bırakma, bizi koru.

 

            Çaresiz türbeye sığındılar ve içinde oturmaya başladılar. Sonunda jandarma geldi ve türbenin etrafında dolaşmaya başladı. Askerlerden bir tanesi kapıyı aralayarak başını türbenin içine doğru uzattı. Bir sağa baktı, bir sola baktı ama hiçbir şey göremedi. Kısa bir süre sonra askerler oradan uzaklaştılar. Grup şaşkınlık içerisinde bu durumu anlamaya çalıştı ve bir daha böyle bir hata yapmamak için bu türbenin sahibi adına Allah’a yeniden dua etti.

 

            (Anlatan torunu eş-şeyh Adil)

           

            7-

            Hatay’da yoksul çocuklara ders veriyordu. Bir yandan ders veriyor bir yandan da çocukların sefaletini düşünüyordu. Ayaklarında doğru dürüst ne bir ayakkabı ne de bir giysi vardı. İçinden, bu çocuklara bir yerden yardım gelmesi için Allah’ına dua ediyordu.

 

            O gün, Adana’dan toprak ağası Kış ailesinden birkaç kişi işçi kiralamak üzere Hatay’a gelmişti. İşleri bittikten sonra aralarından bir tanesi;

- Arkadaşlar buraya kadar gelmişken amcamızı bir görelim, duasını alalım.

 

            Üstat o sıralar İskenderun’un Arsus beldesinde bulunuyordu. Sora sora nerede olduğunu öğrendiler. Yanına vardılar, baktılar ki üstad yerde bir minder üzerinde oturmuş, etrafında bir çok çocuk; kimisi Kur’an okuyor, kimisi yazı yazıyor, kimisi de dua ezberliyordu. Hemen koştular ve ellerini öptüler. Üstat başını oturduğu yerden kaldırarak, siz kimsiniz ? dedi. Kendilerini tanıttılar, amca biz Adana’dan geliyoruz, Kış ailesindeniz, senin öğrencileriniz, dediler. Zekatlarını verip hayır duası için beklediler; üstat duasını yaptıktan sonra çocuklara mutluluk içerisinde elindeki paraları dağıttı. Koşun dedi, ayaklarınıza birer ayakkabı alın.

            (Anlatanlar; Yusuf Kış, İsa Kış, Sülayman Kış)

           

            8-

            Adana’da usta Şaban adında bir zatın adağı yapılacaktı. Hazırlıklar tamamlandı, davetliler gelmeye başladılar. Ne hazırlanan yemek, ne de taksim edilen zekata uygun bir misafir vardı. Hayır sahipleri şaşkınlık ve endişe içinde misafirleri izlemeye başladı. İçlerinden birisi üstada koştu;

- Aman dedem ne yapacağız, nasıl altından kalkacağız, dedi.

 

            Üstat, gayet sakin hiç endişelenme dedi. Rızkı veren Allah’dır. Falan hocaya şu kadar filan hocaya şu kadar bana da en az olmak üzere şu kadar verirsin, gerisi Allah Kerim’dir. Gerçekten de üstadın temiz niyetiyle söylediği şeyler gerçekleşti. Hem zekat yetti, hem de yemek rahatlıkla herkese kafi geldi.

            (Anlatan; torun eş-şeyh Adil)

 

            9-

            Oğlu eş-şeyh Abdullah vefat ettiğinde kendisi Tarsus’da bulunuyordu. 1957 yılında gerçekleşen bu ölüm olayı onu hayatında en çok üzen olaylardan bir tanesiydi. Ölüm haberini vermek Yasin Bekçi (Battiha) adında bir Allah adımına düşmüştü. Tarsus’a vardığında üstad her zamanki gibi oturmuş kitaplarla uğraşıyordu. Şöyle bir başını kaldırdı ve üzgün durumdaki Yasin Bekçi’ye bakarak;

- bana oğlum Abdullah’ın ölüm haberini mi getirdin ? dedi.

 

            Yasin Bekçi hiçbir şey söyleyemeden başını öne eğdi. Adana’ya vardıklarında yaşlılıktan zor yürüyordu. Ara ara yere çökerek dinleniyor, ihtiyacını giderebiliyordu. Sonra avluda kalabalık ortasında yere yatırılan oğlunun cesedinin yanı başına geldi.

- Benden önce mi ayrılacaktın ey Abbud ? Belimi kırdın, dedi.

 

            Birden bir mucize gerçekleşti ve yerde yatmakta olan Abdullah’ın gözleri bir an için açıldı. Gözlerden birer damla gözyaşı süzülürken, insanlar şaşkınlık için bağrışıyorlardı. Kısa süreli panik hocalar tarafından giderildi ve ceset kontrol edildi. Bu, dediler, Allah’ın bir büyük üstat için gösterdiği bir mucizedir.

            (Analatan; ayrı ayrı olmak üzere Yasin Battiha, Abdullah Battiha, Süleyman Mahra).

            10-

            Eş-şeyh Hasan Klaviz Tarsus'ta Sebze Hali'nde Adanalı olduğunu söyleyen bir adamla karşılaşır. Kısa bir sohbetten sonra adam eş-şeyh Hüseyn Mualla'nın bir öğrencisi olduğunu söyler ve bir anısını anlatır: Hatay'a gittiğim bir sırada Hocamın hayır duasını almak ve kendisini ziyaret etmek üzere bulunduğu köye gittim. Onunla bir süre oturduktan sonra, o zamanların parasıyla neredeyse bir arsa alabilecek kadar yüklü bir zekat vermek istedim. Ancak, O etrafındaki onlarca yoksul çocuğu ve etrafımızda yer alan mütevazi evleri göstererek şöyle dedi: "oğlum benim bir ihtiyacım yok ama bu insanların hepsi yoksul. Senin burada yapacağın en büyük hayır onlara çarşıdan giyim-kuşam alman; bak ayaklarında bir ayakkabı bile yok". Ben de  emsali az görülen bu insanın dediğini yaptım ve onlara çeşitli giyecekler alarak onlara hediye ettim.

        (Anlatan: eş-şeyh Hasan Klaviz) 

           11-

           Hatay'da bir hoca Müftülük makamından Kur'an okutabilmek üzere belge almaya gittiğinde Müftü ona şunu söyler: bu sizin araplar arasında birçok kişi geldi ama gerçekten de Kur'an-ı hiç doğru okuyamıyorlar, bu konuda çok yetersizler. Bunun üzerine hoca köye döndüğünde konuyu eş-şeyh Hüseyn Muallâ'ya anlatır ve üstad eline kalemi alarak o müftünün adını da kullanmak üzere övgü dolu bir şiir yazar ve kendisine gönderir. Müftü şiiri görünce çok duygulanır ve şiirin vezin, anlam ve dilbilgisi açılarından ne kadar güzel olduğunu ifade eder. Müftü üstadı görmek ister, ancak eş-şeyh Hüseyn Muallâ onun gelmesini ister. Aradan uzun zaman geçtikten sonra üstad'ın öğrencilerinden eş-şeyh Süleyman Selce müftülükten kendisi için bir belge almaya gittiğinde müftü kendisine sorar: kimden ders aldın ? Eş-şeyh Süleyman Selce de eş-şeyh Hüseyin Mualla'dan aldığını söyleyince, müftü eğer senin hocan o ise belge konusunda hiçbir sıkıntın olmaz der..

          (Anlatan: eş-şeyh Süleyman Selce)

 

 


 
HAVA DURUMU

 
TAKVİM
 
deneme sorusu
evet
Açılımı Üzerine
 
 
Bize Ulaşın >> MUALLİM HÜSEYİN MUALLÂ << Bize Ulaşın