"Laik Türkiye Cumhuriyeti" İdealinin Anlam ve Önemi

Lâik Türkiye Cumhuriyeti insan onuruna yaraşır, sağlıklı ve huzurlu bir toplum inşasının temel bir yapıtaşıdır.

LÂİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ANLAM VE ÖNEMİ

 

Türkiye Cumhuriyeti devleti, başta içinde bulunduğu coğrafya olmak üzere Müslümanların yoğun olarak yaşadığı her yerde, hem İslam dinini benimseyen hem de lâik demokratik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışını benimseyen tek ülke olarak ifade edilmektedir. Türkiye dışında kalan ve Müslüman olarak kabul edilen ülkeler ise bir kısmı yarı din devleti olarak, diğer bir kısmı ise sözde şeriatı kabul eden tam bir din devleti olarak gözlenmektedir. Bu durum, Lâik Cumhuriyet modeli tepeden inmeci bir yöntemle uygulamaya geçirilmiş olsa da ve söz konusu model Cumhuriyet sonrası tarihsel süreçteki çeşitli ekonomik, siyasi ve sosyal buhranların baskısıyla hız kaybetse de, Türkiye’yi Müslüman ülkeler nazarında özel bir konuma getirmektedir. Zira, benzeri Müslüman ülkelerde uygulanan yönetim biçimleri insan hakları, fikir hakları, demokrasi, hukuk, sosyal adalet ve sosyal barış konularında oldukça geri kalmış, ekonomik ve sosyal gelişme açısından ise sınıfta kalmıştır.

 

Halbuki, şeriatın hakim olduğu düzenlerde özgürlük, demokrasi, adalet, gelir dağılımı sorunlarının tamamen çözümlenmiş olması gerekirdi. Çünkü, şeriatı uygulamak demek Allah’ın kutsal kitaplarında yazılı olan ve peygamberlerinin risalelerinde dile getirilen kuralları en mükemmel şekilde yerine getirmeyi gerektirmektedir. Oysa, insan oğlunun kendi kurduğu ya da Allah adına düzenlediğini iddia ettiği düzenlerin hiçbirisini bu doğrultuda değerlendirmek mümkün değildir. Şeriatın gerçek ve tek sahibi Allah’tır ve onu hakkıyla uygulayacak, insanların fiillerini ölmeden önce ve öldükten sonra değerlendirerek yeni hayatlar sunacak da  yalnız O’dur. Yusuf suresinin 40. ayetinde “Hüküm yalnız Allah’ındır” ve Şura suresinin 10.ayetinde “Herhangi bir işte ihtilafa düştüğünüzde onun hükmü Allah’a bırakılır” ifadelerinin yer alması elbette Kur’an’ın referans olarak alınması gerektiğine işaret etmektedir. Ancak, insanların bu doğrultuda yapması gereken şey zamanın getirdiklerine ve halkın yararı için çalışan bilimin sunduklarına bakarak, Allah’ın belirtmiş olduğu emir ve yasakları da dikkate alan kendi hukuk düzenlerini kurmaktır. Kur'an'ı yasalar üstü bir yasa kitabı olarak görmektir. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de sürekli vurguladığı akıl sahibi, düşünen insana yakışan bunu yapmak ve yine Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “ilim Çin’de bile olsa gidip alınız” düsturuna uymaktır. Aksi yöndeki girişimler hem başarısız, kokuşmuş, taraflı, zarar veren sistemlerin doğmasına yol açar hem de tüm bunlar Allah ve Kur’an adına yapıldığı için kutsal değerlere ve imanın esaslarına büyük zarar verir.

 

Bir kimse başka bir kimsenin ölüm hakkını, elini ya da kafasını kesme hakkını veya Allah’a ait olan kısasa kısas uygulamasını yapma yetkisini, her zaman ve doğrulukla nasıl kullandığını iddia edebilir ? İnsan, bu kararları vermek için gerekli olan yetki ve kudreti, bilgiyi ve hikmeti, aklı ve vicdanı nasıl kendinde barındırdığını düşünebilir ? Kur'an'da zina ve hırsızlık gibi suçlar için, cezayı uygulama zor koşullara bağlandığı halde (örneğin zinada dört şahit gerekmektedir) ve suç işlendikten sonra Allah'ın af ediciliği, merhameti vurgulandığı halde (örneğin hıszılıkta el kesmeden önce suçlunun tövbe etmesi halinde Allah'ın af etmekten yana olduğu belirtilmektedir) din adamları nasıl merhamet duygusu beslemeden  bu ağır cezaları kesin bir hükümle verebilmektedir ? Kur’an-ı Kerim, ekonomiden siyasete, kamusal alanlardan özel alanlara kadar her konuda toplumların uyması gereken kurallar içerse de, genel bir yasalar kitabı olmadığı için burada yapılması gereken öğütler alarak, Kur’an-ı rehber edinerek Allah’ın bizden razı olacağı adil sistemler yaratmaktır. Çünkü, Kur’an gerçek anlamlarıyla değerlendirildiğinde bir öğütler, vaatler ve kasaslar (peygamberlerin ibret verici hayat hikayeleri) kitabıdır; şer’i hükümleri içeren ayet sayısı beşyüz’ü geçmemektedir. Allah bize akıl ve vicdan duygularını bu yüzden vermiştir, bu nedenle Kur’an ve Ehlibeyt’i hakkıyla rehber edinenlerin kuracağı sistemler Allah’ın emir ve yasaklarına da aykırı olmayacaktır. İslam dünyası gelişme yıllarını yağmacı, ahlaksız, paragöz Sünni Emevi ve Abbasi yönetimleri ile geçirmeseydi ve eğer yolunu Kur’an’la birlikte Peygamberimizin göz nuru Ehlibeyt ile aydınlatabilseydi, bugün bu yobaz, çağdışı, bilim dışı düzenler oluşmaz ve İslam dünyası özellikle Batılı ülkelerin güdümündeki zavallılar konuma düşürülmezdi. Tabii ki, Ehlibeyt'i rehber edindiklerini söyleyen ancak dini tamamen siyallaştıran ve Kur'an'da olmadığı halde, zina suçunu taşlamayla cezalandıracak kadar İslam'ın insani boyutlarını görmezden gelen Şii müslümanların oluşturduğu, sözde şeriat düzenleri için de aynı tespiti yapmak gerekmektedir.

 

Bu nedenlerle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk ile başarmış olduğu şey son derece değerli ve önemlidir. Lâik Türkiye Cumhuriyeti bir yandan geri kalmış, sömürülmüş ülkeler için kendi modern, ve çağdaş devlet yapılarını kurabilmeleri konusunda bir örnek olmuş, bir yandan da masum dini değerleri siyasete alet ederek, maddi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarmaya çalışan ve aslında bireysel özgürlükleri yok edip biat etme kültürünü aşılayan sistemlere karşı bir panzehir olmuştur. Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinin geldiği noktada yine büyük ekonomik rantlarla birlikte kendi sosyal sınıfını yaratma uğruna, güya sadece dini kuralların geçerli olacağı bir İslam rejimi kurma uğruna, Lâik Türkiye Cumhuriyetinin değerleri yıpratılmakta, temel kurumları tahrip edilmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki önce yumuşak ya da ılımlı bir zemin yaratarak başlatılmaya çalışılan bu samimiyetsiz girişimler, benzeri diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi hüsranla ve insani değerler açısından hayal kırıklığıyla sonuçlanmaya mahkümdur. Çünkü, dini kurallar bir kez kullanılmaya başlandı mı ve Allah-Kur’an adına hüküm verilmeye başlandı mı bunun sonucu Allah’ın kendi katındaki şeriatı olmayacak, insanların kontrolünün ancak baskı ve zulümle sağlandığı, aksi yöndeki düşüncelerin ise yok edildiği bir kahır düzeni olacaktır. Bunun ne Allah katında ne de kul katında kabulü mümkün değildir.

Öyleyse, bilinmesi gereken şey, lâik ve demokratik bir sistem içerisinde din ve vicdan özgürlüğünün hakkıyla var olabilmesi için, huzurlu ve sağlıklı bir toplum yapısı içinde bağımsız bir yönetim tarzının hayata geçirilebilmesi için, Lâik Türkiye Cumhuriyeti idealinin ne kadar önemli olduğudur. Mustafa Kemal Atatürk geliştirmiş olduğu ilke ve devrimlerinde ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ortaya çıkabilecek eksiklikleri iyi görerek iyi bir model önermiştir. Şüphesiz insanoğlunun idealize ettiği hiçbir sistem mükemmel değildir, çünkü o mükemmellik sadece Allah’a aittir. Ancak, Allah insanlara bahşettiği akıl sayesinde, kendi adil ve kusursuz uygulamalarını da örnek göstererek, insanlardan kendi ekonomik, hukuki ve sosyal düzenlerini kurmalarını istemekte ve onları imtihan etmektedir. Bu yüzden, söz konusu Lâik Cumhuriyet modeli, istismar edilmediği ve çıkarlar uğruna feda edilmediği sürece, dini ve dünyevi değerleri en azından daha doğru ve daha güzel uygulamanın en iyi yöntemi olarak karşımızda durmaktadır.  

 
HAVA DURUMU

 
TAKVİM
 
deneme sorusu
evet
Açılımı Üzerine
 
 
Bize Ulaşın >> MUALLİM HÜSEYİN MUALLÂ << Bize Ulaşın